Sade ve Doğaya Uyumlu Safranbolu Evleri Safranbolu evleri,
karşılıklı yamaçlar üzerine serpilmiş, kerpicin ve ahşabın ritmik dansı
eşliğinde geleneksel, sade ve doğaya yakışan beyaz kostümleri ile karşılıyor
bizleri. Sert geçen kışlara meydan okumak için birbirlerine sokulmuşlar sanki.
Birbirlerinin görünümünü bozmayacak biçimde özenle yerleştirmiş gizemli bir el.
Huzuru ve mutluluğu arayan insanların tahta süslemelerinde anlattıkları ilginç
hikayelerini, içlerinde gizledikleri zenginliklerini yalın ve gösterişsiz tarihi
evlerinin içlerinde biriktirmişler. Bu yüzden zengin ve fakir dışarıdan
farkedilmez olmuş. Adını çiğdeme benzeyen, eflatunmor çiçekli Safran adlı bitkiden
alan Safranbolu, dünyada ve Türkiye'de (İstanbul, İzmir, Adana, Birecik) bu
bitkinin yetiştiği nadir yerlerden biridir. Eski Yunan ve Roma'dan beri boya
maddesi ve ilaç etkisi nedeniyle eczacılıkta, boyacılıkta ve yemeklerde katkı
maddesi olarak kullanılan safran, kendi ağırlığının yüz bin katı suyu
boyayabiliyor. Yüz bin çiçekten toplanan
tepeciklerin ağırlığı ise ancak
Safranbolu, 17. yy da İstanbul-Sinop kervan yolu üzerinde
önemli bir konaklama merkezi oluşu nedeniyle bölgede ticaretin gelişimine olanak
sağlayarak zenginleşmiş. Osmanlı kent dokusunu günümüze değin koruyabilen,
toplumunun günlük yaşantısının en ince ayrıntısına kadar hizmet sunan tarihi
evleri ile UNESCO tarafından Dünya
Kültür Mirası listesine alınan değerli turizm merkezlerinden birisi
olmuş.
Safranbolu'nun adı antik dönemde tarihçi Homeros'un İlyada Destanı’nda Paplagonya olarak
geçmiş. Bölgede, sırası ile
Hititler, Lidyalılar, Persler, Helenler, Romalılar, Selçuklular, Çobanoğulları,
Candaroğulları ve Osmanlılar egemenlik kurmuş. Pers ve Helenistik dönemlerini
yaşadıktan sonra Roma, Bizans döneminde yoğun bir yerleşme alanı olmuş. Zafaran Bolı olan yerleşim yerinin adı,
Rumlar tarafından yine safran kenti anlamında gelen Safranpolis veya Teadorapolis adı ile
kullanılmış.
Safranbolu'daki tarihsel yapılar, çoğunlukla kare ya da kareye yakın
planlı, düz çatı ya da kubbe ile örtülü, moloz taşın yalın mimari örneklerinden
oluşmuş. Karşılıklı yamaçlara dağılmış bu evler birbirlerinin görünümünü bozmayacak
biçimde özenle yerleştirilmiş. Dar, kıvrımlı sokak dokusunu izleyen bu
yapılar, çoğunlukla yüksek duvarlar üzerine kurulmuş, dışa taşkın üst katlar
yapıya estetik bir görünüm de kazandıran eli böğründelere oturtulmuş. Ahşap
çatkılı, taş ve topraktan, kerpiç örgülü duvarlar beyaz badana ile boyanmış.
Meyve bahçeleri içindeki konumları, planları, selamlık köşkleri, iç
düzenlemeleri, sedirlerle çevrili fıskiyeli havuzları, tavanlar, kapılar,
dolaplardaki ahşap işleri, yaşmaklı ocakları, geniş saçakları, kabaralı süslü
halkalı kapıları ile Safranbolu evleri, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Tarihi ve Restorasyon Entitüsü'nün öncülüğündeki çalışmalarla koruma altına
alınmış ve yöre sit alanı olarak belirlenmiş.
Civardaki sert mavi kalkerlerden iyi cins kireç yapılmış ve bu kalkerler
yapı taşı olarak kullanılmış. Küfünk denilen gözenekli hafif bir taş ahşap çatkı
dolgusu ve testere ile kesilerek baca yapımında kullanılmış. Çatılarda, elde
yapılmış ve pişirilmiş kremitler kullanılmış. Hemen hemen tüm yapılarda, çok iyi
nitelikte ve bol ahşap kullanılmış.
Genellikle geniş bir bahçe içinde, erkek ve kadın girişi ayrı olarak
inşaa edilen yapıların her odasının duvarının içine gömme banyo yerleştirilmiş.
Kapılarda, duvarlarda ve tavanlarda ahşap işçiliği çok detaylı olarak işlenmiş,
giyotin pencereler evlerin içinin aydınlık olmasını sağlamak amacı ile oldukça
dar ve uzun yapılmış.
Hemen hemen her ailenin yazlık ve kışlık olmak üzere iki ayrı eve sahip
olması, evlerin büyüklüğü, düzgün, sağlam yapılışı, iç düzenlemenin zenginliği,
geniş, bol meyveli, içinde havuzu, havuzlu köşkü olan bahçeleri bölgedeki zenginliğin en iyi ifadesi
olmuş. Zenginliğe rağmen bölgede yaşayan halkın yaşama felsefesi lükse
düşkünlüğe dönüşmemiş. Gelenek, görenek
ve din'e bağımlı, azla yetinen bir yaşama felsefesi ile tutumlu bir yaşam
biçimi sergilenmiş. Herşeyde yalınlık öne çıkmış; Bölgedeki halk yere oturmuş,
yerde çalışmış, yer yatağında yatmış, yerde yemek yemiş. İhtiyaçlarından öteye
evde fazla eşya bulundurmamış. Süsleme bile malzemenin kendi yapısı içinde
kalmış, malzemenin doğal görünüşü bozulmamış. Bu yüzden zengin ve fakir evleri
kolay ayırt edilemez olmuş.
Din ve gelenekler evi dışarıya kapamış, bu yüzden ev içi ve bahçeler
yüksek duvarlarla ayrılmış. Kadınların yabancı erkeklere görünmemeleri için
pencereler kafesli yapılmış. Bazen aynı evin içinde bile, kadınlarla ve
erkeklerin ayrı ayrı yaşamaları için evler, selâmlık ve harem olarak ikiye
bölünmüş. Bu düzen daha çok zengin evlerinde görülmüş. Selâmlık odaları biraz
daha özenli ve süslü olarak yapılmış. Kadınların yakın aileden olmayan erkeklere
görünmemesi için evin harem bölümünden selâmlığa hizmet eden kadınların kendini
göstermeden yemek, kahve vb alıp vermesi için iki oda arasında bir dönme dolap
yapılmış.
Bazı evlerin bahçelerine bir ya da birkaç odalı selâmlık köşkleri
yapılmış. Ana oturma alanında, bazı evlerin alt katlarındaki selâmlık odalarında
bir havuz yer almış. Evler, selâmlık köşklerine ayrı bir sokak kapısı ile
bahçeden girilecek biçimde tasarlanmış. Bir tek odadan oluşan havuzlu bahçe
köşklerine havuz odası orta havuzu, fıskiyesi, çevresinde sedirleri ve bazen
kahve ocağı olan bu havuzlu odalar genellikle çokgen planlı yapılmış. Bağlar'da
çeşme suyu olmayan bazı evlerde ortada bir kuyu, kenarında sedirler olan kuyu
odaları inşa edilmiş. Bu odada da havuz odası gibi yazın serinlemek için
oturulmuş, kuyuda ise su ve meyve soğutulmuş. Dinin gereği olarak evlerde bu işler için ayrılmış abdestlik ve gusülhaneler yapılmış. Yaşama birimi olan odaların duvar içlerine yerleştirilmiş banyolar boy abdesti almak için de düzenlenmiş. Geleneklerin sonucu olarak bulaşık suları, tuvalet suyu ile karıştırılmadan ayrılmış. Bulaşık yıkamak için kullanılan su ayrı bir yolla başka bir çukurda toplanmış. Evde ibadet için özel bir yer ayrılmamış, temiz olan her yerde, her odada namaz kılınmış. |